Uzaklardayız… ’İpeklere yumuşaklık bahşeden merhametin kalbinden çok uzaklardayız. Merhametsizliğin ortasında bir sürgün hayatı yaşıyoruz. Böylesine bir sürgünü tercih eden ve bize reva gören de yine biz kendimiziz. Menfaati, hırsı, bencilliği, kibri merhamete tercih ettik.
Oysa insanın havaya, suya, gıdaya ne kadar ihtiyacı varsa; merhamete de en az o kadar ihtiyacı var. Çünkü hava, su, gıda bedenin yaşamasını ve gelişmesini sağlarken merhamet ruhun yaşamasını ve gelişmesini sağlar. Merhamet ruhun en şifalı besinidir. Çiçek kendisine merhametle bakıldığını hissettiğinde tomurcuklanır; insan kendisine merhametle bakıldığını hissettiğinde gelişir, olgunlaşır. Merhamet insanlığın ve inancın nişanesidir. Merhamet medeniyetin safiyane gönüllerde atan kalbidir. Merhamet Allah’ın Rahman ve Rahîm isimlerinin insandaki tecellisidir. Rahman, Rahîm, rahmet ve merhamet kelimeleri aynı kökten gelmektedir. Merhamet “acıma, şefkat gösterme, yardım etme isteği ”gibi anlamlara gelmektedir.
Yeryüzünde merhametin sağanak sağanak tecelli ettiği üç mecra vardır: Bunlardan ilki anne babanın evladıyla kurduğu münasebettir. İkincisi öğretmenin öğrencisiyle kurduğu münasebettir. Üçüncüsü hekimin hastasıyla kurduğu münasebettir. İnsana dokunan, insanı şekillendiren ve ıslah eden bu üç mekan merhametin yeryüzündeki en büyük tecelligâhıdı, işlevini ve azametini merhametten almıştır. Merhamet duygusu kâinattan çekilip çıkarılsa annelik, babalık, öğretmenlik ve hekimlik kalmaz. Kalsa bile bir anlamları olmaz.
Stefan Zweig Merhamet adlı eserinde genç bir teğmenin öyküsü üzerinden merhamet etmenin trajedisine değinmektedir. Zweig merhamete birtakım eleştiriler getirmekle birlikte ilginç gözlem ve tespitlere yer vermektedir: “İki çeşit merhamet vardır: Zayıf, duygusal olanı, bir yabancının ıstırabı karşısında kalbin duyduğu üzücü sarsıntıdan bir an önce kurtulmak için gösterdiği sabırsızlıktır. Böyle bir merhamet acıyı paylaşmaz, ruhun yabancı bir acıya karşı kendini savunma içgüdüsüdür sadece. Asıl değerli olanı, duygusallıktan uzak, ama yaratıcı merhamettir; ne istediğini bilir, sabırla acıyı paylaşarak, gücünün son damlasına kadar, hatta gücünün de ötesinde her şeye katlanmaya kararlıdır.” Zweig’ın merhamet sınıflandırmasında ilk tanımına katılsam da ikinci tanımına pek katılmıyorum. Çünkü merhameti bir şeylere katlanmak olarak tanımlamak ona zorakilik katıyor. Merhamet zoraki gerçekleştirilen bir eylem değil; bilinçli, gönülden gelerek ve hoş görerek ortaya çıkan bir hâldir. Gazzâlî insanın merhametli sayılabilmesini iki koşula bağlamaktadır: Onun acıdığı kişinin sıkıntısını imkânı ölçüsünde gidermesi ve bunu hür iradesiyle yapmasıdır.
Bugün insanlığın duçar olduğu derin buhranların, merhametten mahrum bırakılarak yetiştirilen insan tipolojisi ile yakından ilişkili olduğu kanaatindeyim. Yeryüzünde yaşanan bunca zulme, vahşete ve katliama maruz kalan mazlumlara baktığımızda insanı görüyoruz. Diğer taraftan bunca zulmü, vahşeti ve katliamı gerçekleştirenlere baktığımızda yine insanı görüyoruz. Terazinin her iki kefesinde insan var fakat bu kefelerin arasındaki uçurumun sebebi bir tarafın inançtan, ahlaktan ve merhametten nasipdar olmayışıdır. Merhametin olmadığı yerde zulüm ve vahşet boy göstermeye başlıyor.
Eğer ki anne babalar çocuklarını insani erdemler ve merhametle yetiştirmeyi onların dünyalık başarılarından daha fazla önemseseydi bugün insanlar çıkar, güç ve ikbal uğruna başka insanları çiğnemeyi alışkanlık haline getirmezdi. Eğer ki öğretmenler öğrencilerine teorik bilgileri yüklemeden önce onların kalplerine merhameti yerleştirmeyi dert edinselerdi bugün bilimin imkânları büyük insanlık suçlarına alet edilmezdi ve dünya ‘okumuş cahillerin pençesinde inim inim inlemezdi. Eğer ki hekimler hastalarına ilaçlar yazmadan önce onların ruhlarını merhametle iyileştirebilselerdi bugün amansız ruh ve beden hastalıkları bu kadar patlak vermezdi.
Sözü Üstat Sezai Karakoç’un başyapıtlarından olan Köşe şiirinde geçen merhamet dolu mısralara bırakıyorum. Yeryüzünün vahşete, kana ve gözyaşına boyandığı şu günlerde kalplerimizi merhametin sağanağıyla yıkamaya ve kurumuş insanlığımızı yeniden diriltmeye hepimizin ihtiyacı yok mu? Yoksa merhamet etmeyene merhamet edilmeyecek!
“Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk.”